bugün

entry'ler (127)

cehenneme gidince söylenecek ilk söz

ne kadar sıcak bir karşılama bu böyle.

tip hariç kadınları aşık ettirebilecek şeyler

şurada bir itiraf döşerim de neyse. tutturmuş bir telden gidiyorsunuz arkadaş. yok para, yok cüzdan. anket doldurmaya mı geldiniz ne çeşit bir götverensiniz anlamadım ben sizi. gençlerin aklına da böyle çivileniyor sonradan. bir adam çirkin de olsa sevilir. cebinde parası olmadan da sevilir. atı, yatı, katı, arabası olmadan da sevilir. aklınızda kadın ya da erkek piçlik yoksa şayet insanı, insan gibi görürsünüz. ama efendiliği, ama size olan saygısı, ama anlık bir kriz durumunu iyi idare etmesi, ama zekası, ama kadının saçını düzeltmesi, ama sıkı giyin demesi. bir şekilde aşık olunur ya da sevilirsiniz. şartlanmışlıklarınızdan vazgeçemediğiniz sürece üzülmeye devam edersiniz.

hiç gelmeyecek birini beklemek

her gün için bir çizik. etime etime. her sabah verilmiş, ama tutulmamış bir sürü söz. sürekli büyüyen bir yokluk. içimde bir türlü susmayan sen türküsü. ağlayarak uyunulan bir sürü gece. fazla karanlık. farkında olmadan yenmiş, kısacık tırnaklar. bilinmeyen ama deli gibi özlenen bir koku. midemde kocaman bir yumru. emin olduğum tek şey, gelmeyecek olduğun.

sen! hiç gelmeyecek olan kadın.

gelmezsen, gidilmeli buralardan. seni beklerken koparılmış takvim yaprakları, koyulmalı bir kutuya ve uzaklara gidilmeli. yakılmalı sana yazılmış mektuplar, okunmamalı bir daha. senin için akıtılmış gözyaşları, dokunamamalı bir daha aynı yanaklara. başka biri sevilmeli gerekirse. hani dün yolda, beni görünce merdivenlere takılıp, tökezleyen küçük kız çocuğu olabilir belki.

gökkuşağının altından geçmeye çalışmak gibi sana ulaşmak. yaklaştıkça uzaklaşılan bir ışık huzmesi. içine hiç dokunulamıyor burdan. çocukluğumla, çocukluğunu oynatamadım hiç beraber. seninki mi mızıkçı, benimki mi, bilemedim. kimseyi böyle uzun kovalamadım bir oyunda.

böyle bir yenilgi daha görmedim ben.

erkeklerin ilişkide yaptığı hatalar

en önemlisi sevdiği insanla konuşmamaktır.
bize küçükken hep duygularımızı ve düşüncelerimizi insanlardan saklamamız gerektiği öğretildi. erkek adamın duyguları olmazdı, zayıflıkları ve yenilgileri de. hep güçlü olmalıydık, diğer erkeklerin bizim önümüze geçmesine izin vermemeliydik. böylelikle her şeyi içimize atarak büyüdük, korkularımız daha da büyüdü, yalnızlığımız da öyle.

sevdik çoğu zaman, sevdiğimizi söyleyemedik, uzaktan seyrettik.
sevildiğimizde ise karşılığını veremedik, güvenemedik, şüphe duyduk hep.
ona sahip çıkma cesaretini alamadık içimizden.
üzüldük, ağlayamadık.
sevindik, gösteremedik.
hep idare ettik.
anlaşılamadık ve anlaşılmaya da asla çaba göstermedik.

hep yanlış anlaşılma, hep güçsüz gözükme korkusu, hep güçlü adammış gibi davranmaya çalışmak. ama yanlış yapıyoruz. güçlü adam duygularını göstermeyen, fiziksel açıdan diğerlerinden üstün, daha çok para kazanan adam değildir.
güçlü adam duygularını inkar etmeden kararlılıkla inandığı yönde hareket eden adamdır. seviyorsa sonuna kadar sahip çıkar, bir öyle, bir böyle davranıp da duygularını sorgulatmaz ve kimseyi de asla kararsızlık içinde bırakmaz.

kadınlar bu yüzden terk ediyorlar bizi; korkularımızı, zayıflıklarımızı gördüklerinden değil, bunları ve içimizdeki her şeyi onlardan saklamamızdan ve bunu yaparken de sergilediğimiz saçma sapan davranışlardan. kadınları bırak, biz terk ediyoruz kendimizi, asla olamayacağımız adamlar olmaya çalışarak.

sözlükçülerin başından geçen doğaüstü olaylar

sene 1994. o zamanlar 9 yaşında bir çocuğum ve zamanımın pek çoğunu mahalle maçları, atari salonları ve saklambaç ile geçirirdim her çocuk gibi. tarabya’da yaşıyoruz. o zamanki en iyi anlaştığım mahalle arkadaşım hasan ile atari salonundan çıktıktan sonra kireçburnu’na inmeye ve oradan da yürüyerek tarabya sahiline gitmeyi kararlaştırdık. ama kireçburnu sahilinde bir müddet yürüdükten sonra tarabya sahile kadar yürümek pek akıl karı gelmedi ve devasa bir yokuşu çıkıp kestirme ile mahalleye dönmeye karar verdik. yokuş bitiminin ardından çamlık diye adlandırılan bölümde olan bir mezarlığın önünden geçiyoruz. saat henüz akşam üstü 4 ve yaz mevsimi. mezarlığa bir anlık bakma gafletinde bulunduktan sonra hem yakın arkadaşım hem de ben götü yanmış kedi misali son sürat koşmaya başladık. dakikalarca koştuk. ben gördüğüm şeyin şoku ile koşuyordum ama arkadaşım neden koşuyordu? yeteri kadar koştuktan sonra artık bacaklarımızda derman kalmamıştı ve ağır ağır ama sessizce yürümeye devam ettik. ikimizinde ağzını bıçak açmıyordu ama. bir süre daha yürüdükten sonra arkadaşım bana döndü ve;
a: gördün mü lan?
Ben: sen ne gördün?
a: önce sen söyle
ben: hasan sikerim mehtaplarını. ne gördüğünü söyle beni dinden imandan etme. ölmek üzereyim zaten korkudan. gündüz vakti başımıza gelene bak amına koyayım!!!!!
a: kadındı değil mi? elinde kitap vardı ve ayakta okuyordu değil mi?
Ben: nasıl yani lan? oğlum o gördüğümü hayal zannetmiştim lan ben!!!
a: hayal değil, hayaletmiş amını sikim!!!!
Ben: bize baktıktan hemen sonra kayboldu değil mi lan?
a: evet. amına koyayım ben nasıl uyuyacağım lan bu gece?!?!?!?

evet ahali. gördüğümüz şey; ayakta kitap okuyan kadın bir hayaletti. arkası kendi bedeni içinden görülen, tam olarak filmlerde rastlayabileceğimiz türdendi üstelik. gündüz gözü ile görmemiz ise işin garip olan bir diğer tarafı. hem ben, hem de hasan “ya bizi takip ederse” korkusu ile uzun aylar boyunca annemizle koyun koyuna yattık. tek başımıza bu ana şahit olsak “göz yanılgısı” der geçerdik ama ikimizde, gördüğümüz şey üzerine birbirimizle sağlama yapınca gerçek olduğuna inanmamız çok zamanımızı almadı.

30 yaşından sonra aşk meşk işlerinin bitmesi

20’li yaşlar, bir insanın hayatının en güzel zamanları gibi anlatılır hep. gençsin, enerjiksin, iş o kadar da önemli değil, zaten yarısına kadar okuldasın, arkadaşların, çevren, sosyal hayatın çok hızlı... belki hala ailenle yaşıyorsun, dolayısıyla masrafların çok daha az, belki hala babandan harçlık alıyorsun ve hala senin için paranın değeri yok... metabolizman daha hızlı, cildin daha parlak, vücudun daha dayanıklı... sonuçta 20’lerindesin ve hayatın daha çok başındasın. o kadar ki 30’larında ya da 40’larında biri hakkında konuşurken “eşek kadar adam” ya da “koskoca kadın” tabirlerini kullanıyorsun.

halbuki göz açıp kapayıncaya kadar geliyor 30’lu yaşlar. önce bir zorlanıyorsun 30 demeye. sonra alışıyorsun. arada çok da uzun zaman yok aslında ama 30’lara geldin mi bambaşka bir insan oluveriyorsun. her şeyin başında sorumlulukların artıyor. işe, paraya, eve, arabaya bakış açın değişiyor. gerçekten yetişkin olmaya 30’larında başlıyorsun çünkü. bundan sonra daha sorumluluk sahibisin. daha klassın, eh biraz da “daha zevklisin” 20’lerindeki gibi eline ne geçerse giymiyorsun artık, bir tarzın var. önüne gelene asılmıyorsun bir ağırlığın var. ve 30’larında olmanın en güzel yanı artık aşkın da senin için farklı bir anlamı var.

30’larında, 20’lerindeki kadar sık aşık olmuyor, çabuk sıkılmıyorsun. artık birine kalbini kaptırmadan önce çok daha bilinçlisin. bir sevgilide ne aradığını çok daha iyi biliyorsun ve artık aradığın bu özellikler sadece fiziksel değil. aşık olacağın kişinin kalbi, karakteri hatta işi bile önemli senin için.

30’larındaki aşkın kuralları da başka zaten. 20’lerindeki gibi seks büyük bir tabu değil, kalp oyunları ise artık mazi. sevgiliyle mükemmel bir gece o bar senin bu bar benim gezip sabaha kadar içmek de değil artık. 30’larında romantik yemeklerin, iyi bir şarabın ve hoş bir sohbetin keyfini daha çok çıkarıyorsun çünkü.

artık para da 20’lerindeki kadar kıt değil cebinde. sevgiline güzel bir hediye almak ya da onunla muhteşem bir tatil yapmak imkansız değil.

her şeyden önce ne istediğini ve daha da önemlisi ne istemediğini çok daha iyi anlamaya başlıyorsun bu yaşlarda. hem de her konuda... 20’li yaşlarda daha kendini bile tanımazken, hayatta karşına çıkacak birçok konuda ne gibi tepkiler vereceğin konusunda fikrin bile yokken bir başka insandan ne beklediğini nereden bilebilirsin ki zaten?! daha da önemlisi daha kendini anlayamazken, başka bir insanı nasıl anlayıp empati kurabilirsin ki?

30’larında başarısız giden her ilişki, uyum konusunun ne kadar önemli olduğunu sana tekrar tekrar hatırlatıyor. bu bir miktar akşam ne yapacağına karar verirken yaşadıklarınla kıyaslanabilir. 20’li yaşlarda akşam ne yapalım diye sorulsa muhtemelen hemen “ne olursa!” diye yapıştırırsın. çünkü nereye gitsen, hangi müziği dinlesen eğlenirsin. 30’lu yaşlara gelip de aynı soruyu duyduğunda ise gideceğin mekanın seni evden çıkartmaya yetecek etkiyi bırakması gerekir. yani öyle her yere gidemezsin artık.. birçok yeri görmüş, yemeğini yemiş müziğini dinlemiş, tarzlarını biliyorsundur. sana uygun olanını da... aslında biliyorsundur ki ideal mekan seni evinden çıkartıp, gittiğinde yine evinde hissettirecek olandır. o aidiyet hissini yaratan yani...

işte 20’li yaşlardaki ilişkilerle 30’lu yaşlardaki ilişkilerin farkı da aynen böyledir.

20’li yaşlarda kim olsa olur... 30’lu yaşlarda ise sana kendini evinde hissettirecek biri şarttır. ve dünyanın en huzurlu ve mutlu yeri her zaman evin olacaktır.

yaş kaç olursa olsun, aşk hiç biter mi?

türk erkeklerinin yetenekli olduğu konular

Babayiğitliktir. benim babamdır mesela. hayatta olduğu son zamanlarında bile ağır hasta hali ile (siroz) “eve rızkımı getirmeye devam etmeliyim. kalkamayacak duruma gelene kadar çalışıp aileme para kazandırmalıyım” diyecek kadar vefalıydı. kendini değil, hep ailesini düşünürdü. tıpkı pek çok baba gibi.

benim abimdir mesela. abim evlendiğinde 11 yaşında bir çocuktum. annem, yengem, iki yeğen ve benimle aynı evde yaşadı uzun yıllar boyunca ve bir defa bile “offff ya. sizin yüzünüzden evliliğimi yaşayamadım” demedi. canıgönülden isteyerek, yüreğinde en ufak bir rahatsızlık hissetmeden yaptı bunu.

-aileye verdiği önemde bizden daha iyisi yoktur ve bu büyük bir yetenektir.

sokakta yürüyen gençtir mesela. seni rahatsız eden eski sevgiliyi görünce “bir rahatsızlık mı var?” diyecek kadar cesurdur.

metrobüste oturma şerefine nail olmuş adamdır mesela. ayakta erkekler arasında kalmış ve rahatsız olmuş kadını gördüğünde yer verecek kadar düşüncelidir.

-yetenekli olduğu bir diğer konu ince düşünceli olması ve cesaretidir.

hasını buldunuz mu dünyanın en iyi erkeğidir kısaca. 2 ispanyol, 5 fransız, 3 italyan, 6 yunan gelse tırnağımız olamaz.

rus kızları başlığına, ağzının suyuyla entry giren arkadaşlar; siz değilsiniz lan bu

kadınların erkeklerde aradıkları en önemli özellik

eleştirenler olmuş. para, yakışıklılık, kariyer diyen olmuş. bilemeyeceğim. ben burada kendime göre yorumlamak istiyorum bazı şeyleri. şunu da erkek olarak düşünmenizi istiyorum; ben kadında güzellik, para, kızlık zarı, kariyer vs tarzı belirtkeler arıyorum diyen erkekler de bu yazıyı okumasın rica ediyorum.

kadınlar sizin sandığınızın aksine çok para, kariyer, yakışıklılık meraklısı degiller. en azından hepsi değil. en azından benim tanıdıklarım, sevdiğim kadınlar böyle değillerdi. güzel bakan, güzel konuşan adam severler mesela. güzel baksın isterler ama bakarken bakışından “ne de sikerim ben bunu” anlamı geçmesin gözlerinden. konuşurken “o karı motor” lafı ağzından çıkmasın isterler. bu tarz düşünceler hayatı boyunca ona uğramamış olsun. onun yanındayken başkalarına gülmesin veya kaymasın gözleri, ona gülsün isterler. şu çirkin erkek dediğimiz herifler onların gözünde fiziksel anlamda çirkin değiller. ağzından orospu, kaşar lafı düşmeyen erkeği sevmiyorlar. vicdansız, merhamet duygusundan yoksun erkeği ne yapsınlar? bir kadını ağlatıp anında başka kadına bakan erkek vicdansızdır onların gözünde. o kadar çirkin geliyorlar ki hatta...

akıllı kadın, merhametli kadın arıyorsanız eğer, o sizi bir şekilde buluyor. ama çirkin bir adamsanız, emin olun o çirkinliğinizin karşılığını da, çirkin kadınlarla beraber olarak alıyorsunuz. (çirkinlikten kastım fiziksel anlamda değildir.)

kadınların erkeklerde aradıkları şeyler basittir aslında. azıcık güzel gülün, güzel bakın, güzel konuşun yeterli.

yazarların sevmedikleri özellikleri

Birazdan “beğenmediğim özelliklerimi sayıyorum, toplanın” kisvesi altında hava atma dönemi başlayacak. bir bu dönem var bir de mahalle süpermarketimiz'in bir ay boyunca indirimli elektronik eşya sattığı dönem var. ikisine de bayılıyorum. ama yetişemiyorum.

arkadaş birinizin de sevmediği özelliği “gaz probleminden dolayı yerli yersiz osurmak” olsun mesela. sabahları ağzım aşırı kokuyor desin bir babayiğit. çok kötü lan deyin mesela. biriniz arı görünce korkudan bayılacak kadar fobi sahibi olsun, bunu belirtsin. ya da yok mu aranızda sürekli dedikodu yapan? kem gözle bakan? etrafında yer alan insanların mutluluğu ve başarıları yüzünden kıskançlığından çatlayan? yok mu yatakta çok kötü olan? espri yapma kabiliyeti noksanlığı olur, sayısal zeka eksikliği olur, boy kısalığı, aşırı kilo, günde üç posta 31, bilemedin 1.5... hiç mi yok lan?

ben anlamıyorum bir insanın en nefret ettiği özelliği nasıl “aşırı paylaşımcılık, aşırı dürüstlük, aşırı kazançtan dolayı mağduriyet, aşırı güvenden dolayı insanlara inanmak” vs? ideal insan olmanız mı en kötü? buna inanan ve destekleyen bir kitle de var; onların da en kötü özelliği beyinsiz olmaları sanırım.

ben sizin en kötü özelliğinizi söyleyeyim; samimiyetsizliğiniz. bulduğunuz her anda kendinizi övmeye çalışmanız. aşşşşırı iyi niyetiniz yerine bunun üzerinde durursanız daha mantıklı olur bence.

sizin gibi, neredeyse pembe sıçtığını iddia eden insanlarla beş dakika duracağıma; yerli yersiz osuranla, küçük ve havasız bir ortamda 12 saat durmayı tercih ederim. yani hadi bilemedin 6 saat dururum. net.

saygılar.

40 yaşında bekar kadın

bakmaya ve geçindirmeye kendini adadığı ebeveyni veya kardeşi vardır ve koca adayının bu durumu kabullenmeyeceği fikri ağır bastığı için evliliği en baştan kafasından silmiştir. üstelik anayasanın hangi maddesinde kadınlar kırkına varmadan evlenmek zorundadır yazıyor?

erkeğin güçsüz olma lüksünün olmaması

manevi güçten söz ediyorum. kimsenin zayıf erkeğe katlanmamasından.

klasik güdümlemelerle büyütüldük. “aslan oğlum”, “koçum benim”, “paşam” vs vs. yeri geldi “sen de ona vursaydın oğlum” denilerek azar işittik sırf kavgadan uzak durduğumuz için. yeri geldi “erkek adamsın sen olur böyle şeyler” diye avutulduk. ne üzülmeye hakkımız vardı ne de ezilmeye. kendimize güvenimizin tam olması gerekiyordu. çünkü vahşi doğada güçsüze yer yoktu. hem kendimizi korumamız gerekiyordu, hem de son derece narin yetiştirilmiş kınalı yapıncakları... onlar da hep güçlü erkeği aradılar. bizim için en safı, en narini makbul iken onlar da “nasılsa av olacağız bari sırtımızı sağlam duvara dayayalım” dediler. haklıydılar.

gözlerimiz doldu, yumruklarımızı sıktık ve hatta yetmedi, bazen duvarları yumrukladık. sandalyeyi duvara fırlattık, şişeyi kırdık, masayı devirdik, odamızın camlarını indirdik. üzüntümüzü sinirimizle örtbas ettik. dimdik durduk hep.

büyüdükçe dirayetimizin kırılabileceği anları da gördük. bu defa tutamadık göz yaşlarımızı. süzüldüler usulca yanaklarımızdan. bazen arttı şiddeti, hüngür hüngür ağlamak oldu adı. kalbimiz parçalandı defalarca. dibe vurduk. düştük. çöktük. meze ettik derdimizi eşe dosta. bunları yapınca da anında “güçsüz” damgasını yedik alnımıza.

364 gün aslan gibi durup da 1 gün ağlayınca “sen aslında göründüğün gibi güçlü değilsin”, psikolojimiz alt üst olduğunda ve dolayısıyla dibe vurduğumuz dönemlerde “bu kadar düşme, benim yanımdaki adam güçlü olmalı” dediler ve birer birer terk ettiler. reva görülmedi zira. hakkımız yoktu. katlanmadı kimse. yalnızlığımıza gömüldük sonra.

ağlayabileceğimiz ve ağladığımızda yadırganmayacağımız bir omuzdu oysa tek isteğimiz.

birinin ilk tanıdığın halini özlemek

birini “ilk” tanımazsınız. asıl tanıdığınız ve gerçek hâli “son”dur.

bir kadın için çabalamayan erkek

kadın için neden çabalansın? ne bu yarış mı? şampiyonluk maçı mı? neden ilişkiler doğal ve karşılıklı çekimle değil de bir tarafın çabalaması, kendini kahretmesi, yorulması, tükenmesi üzerine kurulmaya çalışılıyor? özellikle kadınların erkeklerden ekstra çaba ve ilgi beklemeleri ve bu ilgi beklentilerini haklı çıkarmak adına erkeğin kadını “çalışarak” hak eden bir taraf olarak görmelerini anlamam mümkün değil. neden kadınlar bu beklenti içinde? nesiniz ulan siz? sizlere kim aşıladı bu yoz beklentileri? 35 yaşıma geldim bir tane olsun ilişkiye girerken, hazreti egosunu dışarda bırakan kadın görmedim arkadaş. neden çaba gösterelim? siz bizim için ne yaptınız? parası olmayanı, statüsü olmayanı, 25 cm aleti olmayanı insan yerine (bakın adam demiyorum) koymayı beceremeyenler, çaba bekliyor erkeklerden. ulan siz zaten parası, statüsü olana koşarak gözü kapalı gidiyorsunuz. evet genelleme hatasına düşmeden ekleyeyim hemen: o kadar önemli sayıda kadın statü ve paraya önem veriyor ki artık istemeden de olsa paraya gitmeyen kadın yoktur diye düşünmeye başlayabiliyor erkekler. neden böyle? bunu tersine çevirmek belki zamanla mümkün ama şu andaki empoze edilmiş hakim değerler sisteminde ailedeki en yakın kişi annenin (diğer bir dişi kişi)öğrettiği değerler ile seçimini yapan kadınların ezici çoğunlukta olduğu bu toplumda çok zor. belki çok geç artık. yeterince sayıda flört ve sevgili deneyimi geçirmiş birisi olarak, bu ifadeyi çok cört ve de zort buluyorum. hatta cart ve curt diyorum. nedir bu ya? neden çaba? neden? siz insan olup değer vermeyi, saygı ve samimiyet ile sevgi duymayı öğrenin önce. erkeğe erkek gibi değil, önce insan gibi davranmayı öğrenin. sevgi duymayı öğrenmiş ve öyle davrananları tenzih ederim ama diğerleri daha çoook beklersiniz çabalayan erkek modelini. adamın sınırsız kredi kartı var, 4x4 arabası, parası, şirketi vs her şeyi var. kadına tatil ya da ne bileyim pahalı bir takı hediye ediyor. hoop.. adam bir anda “ kadın için çabalayan erkek” mertebesine çıkıyor. ulan adam ne çabası gösterdi ki? zaten sana tatil alacak, bilmem kaç karat elmas ve takı alacak parası var. neyin çabası yavrum? sana doğum gününde kitap alan ya da sana akşam güzel bir yemek yapabilen adamı mı seçecektin yoksa? bak yemek pişirmek çabadır. dişinden tırnağından artırarak aldığın hediye, pek sevmesen de sevmeye çalıştığın akrabalarına hoş görülü olmaya çalışmak bir çabadır. ne bileyim işte sevgili yorulmasın diye evi silip süpürmek, yolculukta arabayı kullanmak, alman usülü yapmadan maddi külfeti çekmek bir çabadır. bunları takdir eden kadın sayısı günümüzde maalesef çok az artık. hele yeni yetmelerin çivisi çıkmış durumda. allah sonunuzu hayır etsin ne diyeyim. çabalayan erkeğiniz bol olsun.

özgüveni arttıran şeyler

bir şeyler başarmak. yapamazsın dediklerini yapmak.

hayatta bir yere gelememiş, tek bildiği şey olumsuz konuşup heves kırmak olan insanlara sadece gülümseyip gözüne soka soka başarmak.

ve bunun için çocuklukta ailenin sana değer ve söz hakkı vermesi, seni ciddiye alması. eğer bunun tam tersi olmuşsa ufak istisnalar hariç silik ve yıkık bir insan olmaya mecbursunuz.

aşırı gaza geldim. Çünkü bir şeyleri başarmanın, emek verip, onu elde etmenin eşiğindeyim. Hatta şu an balkona çıkıp “no pain” diye haykırabilirim.

film tavsiyeleri

güzel bir hapishane filmi istiyorsanız;
(bkz: le trou)
güzel bir macera filmi istiyorsanız;
(bkz: the italian job) (1969 versiyonu)
güzel bir gerilim filmi istiyorsanız;
(bkz: psycho)
güzel bir korku filmi istiyorsanız;
(bkz: the exorcist) (1973 versiyonu)
güzel bir aşk filmi istiyorsanız;
(bkz: five feet apart)
güzel bir dram filmi istiyorsanız;
(bkz: schindler s list)
güzel bir savaş filmi istiyorsanız;
(bkz: hacksaw ridge)
güzel bir aksiyon/komedi filmi istiyorsanız;
(bkz: rush hour)
güzel bir tek mekan filmi istiyorsanız;
(bkz: phone booth)
güzel bir komedi filmi istiyorsanız;
(bkz: bruce almighty)

iyi seyirler canlar.

hatunların efendi adam yerine piç tercihi

kadınlar öldürülüyor ve bunun sorumlusu yine kadınlar oluyor. öldürenin hiç mi kabahati yok be dürzüler? ataerki öyle bir şey ki sen sevgilin tarafından öldürülmüş olsan bile yanlış erkeği seçmiş olmakla suçlanıyorsun. “onunla birlikte olup öldürülmeseydin” deniliyor resmen kadınlara. öldüren erkek ama yine kadın hata yapmış onla birlikte olarak, illa ki bir şekilde meşrulaştıracaksınız bu olayı gözünüzde. yoksa bunların ağırlığıyla yaşayamazsınız, hafifletcek şeyler arıyorsunuz. kendinizi övme çabası mıdır bu nedir? “benim gibilerle olsa öldürmezdik” mi demek istiyorsunuz. ne yapsın garibanlar? teşekkür mü bekliyorsunuz? öğütleriniz bitsin artık. sizin sandığınız gibi kadınları öldüren ‘tek tip’ bir erkek yok. “düzgün” gözüken bir erkek de öldürebiliyor. öldürülen bir kadına ‘cinayete meyilli erkek seçmiş’ demek çok yanlış. bunu anlatmaya çalışıyor bize kadınlar. kadın cinayetleri toplumsal bir sorundur. ama siz beyin ölümü gerçekleşmiş tek hücreliler olayı bireyin seçimine indirgiyorsunuz. kadınlar babaları, abileri tarafından da, ilişkisi olmayan insanlar tarafından da öldürülüyor. ayrılın öğüdü vermek kolay. ayrılmak istediği için de öldürülüyor. sizin kafanız kurşun bile girmeyecek kadar kalın ama ben belki anlarsınız diye bir ümitle yazıyorum.

çocukken düşünülen saçma şeyler

düşünülen saçma şey: “insan evlenince çocuğu oluyor, nasıl oluyor acaba?”
götüm: evlenince imza atıyorlar ya, vücut anlıyor evlendiğini ve hamile kalıyor.
iç sesim: hımm. ama normalde de imza atıyorlar. o zaman neden hamile kalmıyorlar?
götüm: vücut çok zeki bi kere. anlıyor hangisinin evlilik imzası olduğunu.

küçükken böyle aynen ama aynen böyle düşünüyordum. o zaman evlilik dışı doğan çocuklara ne haberlerde ne de çevremizde şahit olmuyorduk tabii. sadece evlenip imza atanların çocukları oluyordu. ben de çocuk aklımla bu kadar çözümleyebilmişim olayı. gerçekten malmışım.

selvi boylum al yazmalım

türkiye sinema tarihinde romantizmden realizime geçişin net örneği.
aşıklar hep kavuşur, esas kadın, esas adamın olur.
her şey, herkes unutulur ve yine yeniden aşk kazanır. bencil, yakışıklı jön kadir inanırlar değil de; emek veren, koşulsuz seven ahmet mekinler kazandı. belki de bizi bu kadar etkilemesinin sebebi bu idi. bir biçimde içimizdeki ahmet mekinlere dokunuyordu.. doğum lekemizi okşuyordu. nihayetinde sadece sevgi değil, hayatın kendisi emekti. atıf yılmaz'a bin teşekkür.

sevgilinin telefonu karıştırmak istemesi

telefonumu ağzına sokmadan önce koşar adım siktir olup gitmesi gerekendir.

merak etmeyin, çoğumuz karşıdakinin manyaklık düzeyini ve yapabileceklerini aşağı yukarı fark etmeden girmiyoruz bu ilişki olayına. bazı süzmeler fark edemeyebiliyor, orası ayrı. yani o adam sizi aldatacaksa ve biraz kafası çalışıyorsa, ne şekilde yakalanacağını az çok tahmin eder ve illa ki aldatmayı kafaya koyduysa yakalanmayacak şekilde bu işi yapabilir. ki inanın bana en kendini akıllı sananınızı, en kontrol manyağınızı bile kandırmanın ne kadar kolay olduğunu bilseydiniz sevgililerinize gps takip çipleri taktırırdınız. ayrıca aldatanlar grubunda yakalananlardan kat kat fazla yakalanmayan vardır. yakalananların bir kısmı da vicdani rahatsızlıktan ötürü itiraf edenlerdir.

özetle, hiçbiriniz cia, fbi, nsa, csi, ncis, mit, kgb, fsb, mi6 ya da başka bir bok değilsiniz. eğer o adamın biraz kafası çalışıyorsa (ki neredeyse tamamınız zeki erkek ister) ve aldatmayı da kafaya koymuşsa (bu grup da bizim tarafta azınlıktır) o adamı hayatta yakalayamazsınız.

kendi içinizdeki güvensizlikleri halledin. annenizden veya babanızdan kaynaklı aile içi güvensizliklerin yaptığı veya aldatan eski sevgilinizden kalma kişilik bozuklukları kendi probleminiz, karşınızdaki adamın değil.

ilişkinin temeli güvendir. güvenmediğiniz ya da size güvenmeyen biriyle 5 dakika fazla geçirip hayatınızı zindan etmeyin. sonra ameliyathanelerde telefon çıkarma operasyonlarıyla sürünürsünüz.

hiç mutlu evli olmaması

evlenmeden önce ve evlendikten sonra farklı oluyor bazı insanlar. ya da evlilik içinde evrimleşme oluyor. çözebilmiş değilim.

eşlerden biri, sırtını diğerine dayıyor, diğerinin üzerinde yıkılıyor. o zaman sıkıntı başlıyor.
bu herhangi bir konu olabilir; para, evde yapılması gereken ortaklaşa işler, sosyal hayat, aileler vs.

adaletsiz ve vicdansızlık noktasında da haliyle mutsuzluk başlıyor.

aslında karşılıklı sorumluluklarınızı bildikten sonra, birbirinize özgür alanlar tanıyıp, anlayış gösterdikten sonra gayet mutlu olunabilir bence.

hem günümüze baktığımızda herkes doyumsuz, memnuniyetsiz ve dolaylı olarak mutsuz.

sanki biz bekarlar mutluluktan çıldırıyoruz. ülke insanı mutsuz azizim.